Birkaç ay önce “Back to Black” filmini izlemiştim. Film, Amy Winehouse’un müziğe olan tutkusunu ve özel hayatındaki zorlukları anlatıyordu. Amy, özgün tarzı ve güçlü vokaliyle tanınmış Grammy ödüllü bir caz, soul ve R&B şarkıcısıydı. Yaşam öyküsü sadece müzikle değil, bağımlılıkla ve zorlu ilişkilerle de şekillenmişti. Müziğiyle dünyayı fethettiği kadar, kişisel mücadeleleriyle de hep gündemdeydi. Onun hikayesi, müzikle acıyı birleştirerek kalıcı bir miras bırakmış oldu. “Rehab” şarkısında, sadece direnişi değil, aynı zamanda özgürlüğüne olan tutkusunu da hissedilir.

“They tried to make me go to rehab but I said “no, no, no”…./ I don’t ever wanna drink again
I just, ooh, I just need a friend……”

Ne yazık ki, bu özgürlük arayışı, üzücü bir şekilde son buldu. 2011’de Camden’da yalnızca 27 yaşındayken, alkol zehirlenmesi ve yeme bozukluğu nedeniyle yaşamını yitirdi.

Amy’nin eski menajeri, genç şarkıcının bağımlılıkları nedeniyle yaşamının tehlikede olduğunu düşünüyordu. Basın, babasını, kızının rehabilitasyona gitmeyi reddetme kararına saygı duyduğu için suçluyordu ancak babası verdiği röportajda bunun doğru olmadığını ve tedaviye yönlendirmede yaşanılan zorlukları paylaşıyordu. Kimileri ise Amy’nin maddeyle tanışmasında ve kullanımı sürdürmede eski eşinin etkili olduğunu iddia ediyordu.

Kişinin yaşamının tehlikede olduğunu ve bağımlı olduğunu kabul etmesi oldukça zaman alan bir süreçtir. Birçok kişi bağımlı olmadığını, isterse içmeyebileceğini, kullanımı sınırlayabileceğini düşünür. Ancak bağımlılık sinsi bir beyin hastalığıdır ve bir kez oluştuğu zaman beyindeki kullanımı kontrol eden merkez devre dışı kalır ve “arama davranışı” denilen durum gerçekleşir. Kullanma isteği beyinden gelir, beyin o maddenin peşine düşüp “arar”, kullanırken ise kendini durdurmakta zorlanır. Adeta frenin eskisi gibi tutmaması gibi, dürtüsel bir şekilde alkol ya da kullandığı maddeye yönelir. Bağımlılığa bir beyin hastalığı denmesinin nedeni budur. Alkol/maddeyi bir self-medikasyon (kendi kendini tedavi aracı) gibi kullanır. Örneğin iyi hissetmek, bunalım hissini bastırmak, kaygıyı göz ardı etmek için ona yönelir. Zaman içerisinde tedavi ya da destek almayı kabul etse de bazı zamanlar motivasyonu azalıp değişebilir. Süreci yarıda bırakabilir. Bu tür durumlarda ise bağımlılığı ve kullanımı tekrarlar, nüks eder (relapse).

Amy Winehouse, ilk zamanlarda rehabilitasyon merkezine gitmek yerine evde kalmayı ve Ray Charles gibi müzik efsanelerini dinlemeyi, sadece sanatıyla ilgili olmayı tercih etmişti. 2007’de ise eski eşi ile birlikte bir rehabilitasyon merkezi programına katıldı fakat, kısa bir süre sonra oradan ayrılıp alkol kullanımına devam etti. Zamanla kullanımları o kadar arttı ki, bu durum kariyerine, konser performanslarına oldukça olumsuz şekilde yansımaya başladı. Bağımlılığın belirtilerinden biri de kişinin alkol/madde nedeniyle hayatının pek çok alanında sorun yaşamasıdır (aile, eğitim, iş-kariyer üzerindeki yansımalar). Eşinden boşandı. Son günlerinde konserlere çıkmakta zorlanıyor, şarkı sözlerini hatırlayamıyor, vaktinin çoğunu evde geçiriyordu. Kilo kaybı oldukça artmıştı.

Amy Winehouse 2011’de hayata gözlerini yumdu. Ünlü caz sanatçısı Tony Bennett, Amy’nin ölümünün ardından şunları söylemişti:
“Duyduğum en iyi caz sanatçılarından biriydi. Yaşasaydı ona, ‘Biraz yavaşla, sen çok önemlisin. Yeterince uzun yaşarsan, hayat sana nasıl yaşanacağını öğretir’ derdim.”

Ailesi, Amy anısına gençleri alkol ve madde bağımlılığına karşı korumak amacıyla bir vakıf kurdu. Vakfın temel olarak 3 amacı bulunuyor:

  • Gençlere yaşadıkları sorunları alkol ve madde ile çözemeyeceklerini anlatmak
  • Bağımlılığı olan ve bağımlılık riski taşıyan gençleri bağımlılıktan korumak için desteklemek
  • Bağımlılığı olan kişilerin kişisel gelişimlerini müziğin rehabilite edici yoluyla desteklemek

Vakıf, ex-user Russell Brand’in da yardımıyla oluşturdukları “Amy Winehouse Vakfı Okullar İçin Dayanıklılık Programı” vasıtasıyla Birleşik Krallık genelindeki ortaokullara uyuşturucu, alkol ve duygusal sorunlarla başa çıkma adına etkili eğitim vermeyi de hedef edinmiş.

Amy’nin Camden Town ile derin bir bağı vardı. Londra’nın bu ikonik bölgesinde yaşadı, farklı işlerde çalıştı, şarkılarını yazdı ve kariyerinde zirveye buradan yükseldi. Hayatını kaybettiğinde burası adeta Amy’nin anısını yaşatan bir mekan haline gelmiş. Onun hayatındaki karanlıkları, tutkuları ve başarıları biraraya getiren bir yer olmuş. Sokaklarında dolaşırken, Amy’nin hem bir sanatçı olarak nasıl dünyayı etkilediğini hem de bağımlılık ve şöhretin, bir insan üzerinde nasıl izler bıraktığını düşündüm. Onun müziğine ve hayatına bakan biri sanatının ardındaki zayıflıkları, gücü ve insani yönü görmeyi denediğinde daha anlamlı hale gelebiliyor.